GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN 2010 SONRASI DIŞ POLİTİKA ANALİZİ
Önceki
İngiliz okulu, egemen devler sistemini ve anarşik yapıyı kabul eder ve bu yapıda çatışma, savaş ve emperyalizmin varlığını yadsımaz. Bu düzen büyük ölçüde güçlerin oluşturduğu hukuk ve mekanizmalardan oluşmuştur. Bu bağlamda İngiliz Okulu Teorisi’nin gayet açıklayıcı bir şekilde belirttiği gibi, tüm devletlerin saygı duyduğu bir seri uluslararası hukuk kuralları mevcuttur. İnsani müdahale sorunu uluslararası hukukun son yıllarda en önemli konularından birisidir. Bir tarafta uluslararası hukukun temel prensiplerinden olan kuvvet kullanma yasağı ve devletlerin egemenliği ilkesi, diğer taraftan devletlerin kendi ülkeleri içinde ağır ve sistematik insan hakkı ihlalleri yapması halinde insan haklarını korumak için müdahale gereği, konuya uluslararası hukuka uygun çözüm aranmasına yol açmıştır.
İngiliz okulu, egemen devler sistemini ve anarşik yapıyı kabul eder ve bu yapıda çatışma, savaş ve emperyalizmin varlığını yadsımaz. Bu düzen büyük ölçüde güçlerin oluşturduğu hukuk ve mekanizmalardan oluşmuştur. Bu bağlamda İngiliz Okulu Teorisi’nin gayet açıklayıcı bir şekilde belirttiği gibi, tüm devletlerin saygı duyduğu bir seri uluslararası hukuk kuralları mevcuttur. İnsani müdahale sorunu uluslararası hukukun son yıllarda en önemli konularından birisidir. Bir tarafta uluslararası hukukun temel prensiplerinden olan kuvvet kullanma yasağı ve devletlerin egemenliği ilkesi, diğer taraftan devletlerin kendi ülkeleri içinde ağır ve sistematik insan hakkı ihlalleri yapması halinde insan haklarını korumak için müdahale gereği, konuya uluslararası hukuka uygun çözüm aranmasına yol açmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: İngiliz Okulu, Hedley Bull, İnsani Müdahale Kavramı, Çoğulculuk ve Dayanışmacılık Yaklaşımı, Uluslararası Toplum Kavramı
The English school accepts the ruling giants system and anarchic structure and does not deny the existence of conflict, war and imperialism in this structure. This order is largely composed of laws and mechanisms formed by powers. In this context, as the British School Theory states very clearly, there is a series of international law rules that all states respect. The problem of humanitarian intervention has been one of the most important issues of international law in recent years. On the one hand, the prohibition of the use of force and the principle of the sovereignty of states, which are among the basic principles of international law, and on the other hand, the need to intervene to protect human rights in case of serious and systematic human rights violations within their own countries, led to the search for a solution in accordance with international law.
KEYWORDS: British School, Hedley Bull, Concept of Humanitarian Intervention, Pluralism and Solidarity Approach, International Community Concept
Bu araştırma yazısının temel amacı: ‘İngiliz Okulu Teorisi’ gözlüğünden ‘İnsani Müdahale’ kavramını açık bir şekilde açıklamak ve bu kavram ile ilgili temel bilgileri zevkli bir öğrenim süreci içinde öğrenmemizi sağlamaktır.
Bu araştırma yazısında okuyacaklarınız; ulaşabilme sağladığım kitap ve makalelerdeki yer alan önemli ölçüde anonimleşmiş bilgileri yeterince ayrıntılı ve anlaşılır olarak derlemek ve sistematize etmek. Elimden geldiğince bilgileri isabetli seçmeye ve doğru yerlere yerleştirmeye çalıştım. Bu araştırma yazısının esas okuyucuların öğrenciler olduğunu bilerek ilgi çekmeye ve merak uyandırmayı istedim.
Tüm okuyuculara yararlı olmasını dilerim..
İngiliz Okulu teorisi ‘Pozitivist Teoriler’ içinde yer alır. Bu araştırma yazısında öncelikle İngiliz okulu teorisinin tarihi, entelektüel, felsefi arka planı, çıkış noktası ve kaynaklarına bakacağız. Ardından diğer uluslararası ilişkiler teorilerinden ayrıştığı ve benzeştiği yönleriyle ilgili bir bilgi akışı sağlayacağım. Bunların ardından ‘insani müdahale’ kavramına İngiliz Okulu teorisi gözlüğünden bakmamız kolaylaşacaktır.
Tüm uluslararası ilişkiler teorileri modern devlet yani modern dönem sürecinde gelişmiştir diyebiliriz. Batı paradigması ve gücünün yaklaşık beşyüz yıllık giderek gelişen ve yayılan dünya hakimiyeti ve bu hakimiyete kaynaklık eden entelektüel, felsefi paradigmalar ; aynı zamanda hem pratik hep teorik uluslararası ilişkilerin hem olgusal hem de bilimsel olarak kaynaklık etmiştir. Uluslararası teorilerin çokluğu, Batı gücünün dünya sistemine yaptığı etkilerin ve dönüşümlerin bir sonucudur. Robert W. Cox : ‘Teori, daima belirli kişilere dönüktür ve belirli amaçları vardır.’ demiştir.
İngiliz Okulu’nun dünya görüşünü şu şekilde kısaca özetleyebilmemiz mümkündür: Uluslararası ‘anarşi’, uluslararası hukuk ve diğer kurum, kural ile düzenlemelerle birlikte ‘düzenli’ hale gelebilir / gelmiştir böylece savaşlar önlenebilmektedir/ önlenebilmiştir.
İngiliz Okulu, Realizm ile İdealizm arasında eklektik bir teoridir ve bu nedenle de ‘via media’ yani ‘orta yol’ olarak kabul edilmektedir. Bunun nedeni hem Realizm’in ‘anarşik yapı’ varsayımını kabul etmesi hem de yanı zamanda bu yapı içerisinde İdealizm’in önerdiği gibi ‘kurum, kural, hukuk, ve normlara dayalı bir düzen olabileceğini’ savunmasıdır. Peki ‘eklektik yapı’yı ifade eden gösterge nedir ? Bu yapıyı ifade eden gösterge: ‘uluslararası toplum’ ya da devletler toplumu kavramıdır.
Uluslararası Toplum Kavramı
Hugo Grotius’un iddia ettiği çerçevede devletlerin oluşturdukları hukuk, etik, gelenek, normlar ile oluşan ve belli bir ölçüde düzenin oluştuğu durumu ifade eder. Başka bir deyiş ile ‘devletlerin toplumunu’ ifade etmektedir.
Araştırmalarda tespit edilen İngiliz Okulu’nun temelini oluşturan dört temel argümanı aşağıdaki gibidir:
1. Uluslararası ilişkilerin birincil oyuncuları egemen devletlerdir (Şehir devleti ya da ulus-devletler).
2. Uluslararası ilişkilerde, iki ya da daha fazla devletin aralarında ilişki olduğu ve birbir- lerinin kararlarına yeterince etki edebildikleri sürece, bir devletler-sistemi vardır.
3. Uluslararası sistem anarşiktir. Anarşi ortak hükümet olmaması anlamına gelir.
4. Uluslararası sistemde devletler, ortak çıkarları ve değerleri çerçevesinde kendilerini sınırladığını düşündükleri ilişkileri düzenleyen ortak kurallar ve birlikte yürütülen ku- rumların oluşturduğu bir “uluslararası toplum” içinde var olurlar.
İNGİLİZ OKULU TEORİSİ GELENEKSELCİLİĞE DAYANIR MI ?
Gelenekselcilik özetle on sekizinci yüzyılın kökten devrimcileri, insanın ahlakî iyiliğine, bilimin ve aklın gereği olan ilkeleri bilme ve hayata geçirme konusunda insanın entellektüel yeterliliğine büyük güven duyuyorlardı. Burke bu güven duygusunu paylaşmıyordu ve “çıplak ve titrek insan doğasının” sadece köklü bir toplumun yerleşmiş geleneklerinin sağlayabileceği türden bir desteğe ve rahatlığa muhtaç olduğunu savunuyordu. Bir siyasî erdem olarak sağduyu hakkındaki düşünceleri, toplum ve hükümet, ahlâk ve din hakkındaki görüşleri hep geleneğin müdafaasıyla ilişkilidir. Bu bağlamda İngiliz Okulu, bir İngiliz düşüncesi olması nedeniyle gelenekselciliğe dayanır diyebilmekteyiz. Pozitivist bir teori olan İngiliz Okulu; maddi olmayan yani ideal değerleri de kullandığı için Postpozitivizm ile teğet ilişki içindedir. Çünkü aydınlanmacı, ilerlemeci ve çıkar eksenlidir. Ontolojik olarak; Realistler gibi devletlerarası anarşik bir sistemin ama aynı zamanda İdealistler gibi kurum ve kurallara dayalı bir düzenin varlığına, Hedley Bull’un iddiasıyla anarşik düzenin geçerli olduğuna inanır. Epistemolojik olarak; felsefi, tarihi, dogmatik bilgiye dayanır. Metodolojik olarak ise geleneksel yöntemi yani diğer bir deyiş ile tümdengelimciliği savunur.
ÇOĞULCULUK VE DAYANIŞMACILIK TERİMLERİ
İngiliz Okulu teorisinin kurucularından olan Hedley Bull’un çalışmasında dünya siyasetinin üç paradigmasının tohumlarının ekildiğini görebiliriz. Bu tohumlar: realizm, çoğulculuk ve dayanışmacılıktır. Realizm güç temasına odaklanırken çoğulculuk düzen temasına odaklanır. Dayanışmacılık ise adalet temasına odaklanmaktadır.
Hedley Bull'un dünya siyasetindeki düzene dair klasik çalışması, devletlerin anarşik toplumunda gelişen kurallar ve kurumların ortak çerçevesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Yasayı uygulayan ya da işbirliğini sağlayan bir gücün olmadığı anarşi ortamında, devletlerin ortak kural ve değerlerin bilincinde olduğunu varsayar ve ortak kurumların çalışmasında işbirliği yapan ve ortak çıkarları algılayan bir toplumdan bahseder. Bu, kurallar ve kurumlar aracılığıyla çalışan bir uluslararası toplumdur.
Bull'un tartıştığı temel konular, uluslararası hukukun kaynakları, adil savaş doktrini ve insan hakları fikridir. Bu konuları tartışarak adalet ve düzen gerilimini gündeme getirmiştir. Asıl amacı ise uluslararası toplumunun korunması, bireysel devletlerin bağımsızlığının korunması, devletler ve toplumlar arasındaki savaş ve şiddetin düzenlenmesidir. Bu düşünceler çerçevesinde şekillenen Hedley Bull ilk olarak Britanya Komite raporlarında “çoğulculuk” ve “dayanışmacılık” terimlerini kullanmıştır.
ÇOĞULCULUK ANLAYIŞI
İngiliz Okulu'nun çoğulculuk kanadının temel kaygısı düzen sorunuyla ilgilidir; onlar için düzen uluslararası toplumun varlığını devam ettirmesinin temelini oluşturur.Çoğulculara göre adalet belirli bir erdemdir fakat bazen diğer hedeflerle çatışır; çatışma durumunda ise düzen, barış ve güvenlik uluslararası toplumun bekası için adaletten daha yüksek bir gereklilik sayılır. Toplumlar şiddete karşı güvenliğe, anlaşmalara uyulmasına ve mülkiyetin korunmasına karşı birleşirler. Devletler de bu konuda uzlaşma sağlayabilirler ve kendi çıkarlarını muhafaza edebilirler. Çoğulculuk savunusunda sınırlarını bilen bilinçli bir uluslararası toplum göze çarpmaktadır. Aslında kısaca çoğulcular uluslararası düzeni devletler arasındaki düzen olarak görmüşlerdir. Çünkü çoğulculara göre dünya toplumundaki birey hakları idealdir, realiteye dökülemez ama bu ideal aynı zamanda onların siyasetini şekillendirmesinde yardımcı olur
DAYANIŞMACI ANLAYIŞ
Dayanışmacılar için, insan haklarına duyulan saygı nedeniyle uluslararası adaletin yerine getirilmesi için bazen askeri güç ve devlet egemenliğinin ihlal edilmesi gerekir. Bu bakımdan dayanışmacılık, bölgesel oldukları için ittifaklara karşı çıkarak daha evrensel olan kolektif güvenliği tercih eder. Dayanışmacılığa göre modern devlete vatandaşların yalnızca refah ve güvenliğini geliştirmek için kullanılacak bir araçtır. Devletler, çalışan ve çalışabilir bir kolektif güvenlik sistemi tarafından saldırganlıktan korunacaktır. Dayanışmacılar, devleti halkını temsil eden bir özne olarak görür. Derin bir dayanışma seviyesi, birey haklarının ve görevlerinin etik kodunun merkezinde yer almasını sağlar. Devletler sisteminin çoğulcu mantıcının ötesinde bir ilişki tarzıyla aşmayı kasteder ve bir arada var olmanın ötesine götürerek paylaşılan projeler temelinde işbirliği ve bütünleşmeyi ön plana çıkarır. İngiliz Okulu kapsamında dayanışma, adalet konusunu temel almıştır. Tipik olarak dayanışmacılar adalet olmadan düzenin arzulanmayacağını nihai aşamada da düzenin adalet olmadan sürdürülemeyeceğine vurgu yapar.
İnsani müdahale sorunu uluslararası hukukun son yıllarda en tartışmalı konularından birisi olmuştur. İnsani müdahale kavramından öncelikle bir ya da birden fazla devletin bir başka devletin halkının bir bölümünü ya da tamamını soykırım ya da insan hakları ihlallerinden korumak amacıyla yapılan silahlı müdahaleler anlaşılmaktadır. Bir ülkedeki ağır insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak ve sivil halkı korumak amacıyla, diğer devlet ya da devletlerce ya da uluslararası örgütlerce kuvvet kullanılması ya da kuvvet kullanma tehdidi yapılması suretiyle yapılan müdahalelere insani müdahale denir. Burada bir devletin kendi vatandaşını korumak veya kurtarmak amacıyla yaptığı müdahaleler bu tanımın kapsamında değildir. Avrupa Parlamentosu 1944 yılında insani sebeplerle müdahale etme hakkına ilişkin verdiği kararında “insani müdahale”yi, bir devle-tin vatandaşlarının ve/veya o ülkede oturanların insan haklarının, başka bir devlet ya da devletler tarafından, kuvvet kullanma tehdidi ya da kuvvet kullanma suretiyle korunmasıdır, şeklide tanımlamıştır. İnsani müdahale kavramı, uluslararası hukuk, siyasal bilimler, etik ve uluslararası ilişkiler disiplinlerinin tümü ile ilişkilidir.
Holzgrafe’ye göre insani müdahale “kendi vatandaşları tarafından bireylerin temel insan haklarına karşı şiddetli insan hakları ihlalleri karşısında bir devletin sınırları içerisinde tehdit ya da güç kullanımı” şeklinde tanımlanmıştır.
Finnemore’a göre insani müdahale yabancı sivillerin yaşamını ve refahını koruma amacıyla askeri müdahalede bulunmaktır.
İnsani müdahalenin egemenliğe saygı ve devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine tezat oluşturduğu kabul edilse de, BM Güvenlik Konseyi kararları ile müdahalenin hukuki dayanağının oluşturulduğu da kabul edilmektedir. Bununla beraber bu durumlarda dahi bu tarz müdahaleler kural değil, istisna olarak değerlendirilmektedir. İnsani müdahale kavramı konusunda tanımsal anlamda birbirine benzer nedenler öne sürülse de, literatürde müdahalelerin hangi durumlarda insani müdahale kapsamına gireceği tartışmalıdır. Genel olarak bir müdahalenin insani müdahale kabul edilmesi için gerekli koşullar şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Şiddetli ve büyük boyutta insan hakları ihlallerinin gerçekleşmesi veya tehdidinin olması
2. Böyle bir ihlalin gerçekleştiğinin veya tehdidinin olduğunun objektif ve net kanıtının olması
3. Hükümet veya devletin düzeltici bir harekette bulunmakta isteksizliği veya yetersizliği
4. Net bir aciliyet olması
5. Askeri güç kullanımın son çare olması
6. Askeri olmayan diğer yöntemler tamamen kullanılıp başarısız olmadıysa, askeri gücün kullanılmaması
7. Müdahalenin amacının kamuoyuna ve uluslararası topluma açıkça anlatılması
8. Müdahalenin amacının insan hakları ihlallerini durdurmakla sınırlandırılması
9. Müdahalenin, hedef kitle tarafından desteklenmesi
10. Bölgesel devletlerin desteğinin alınması
11. Durumu iyileştirmek için yüksek başarı ihtimalinin olması
12. Çatışma sonrası barış-inşası için hazırlanmış bir geçiş planının olması
13. Güç kullanımının orantılı olması
14. Müdahale sırasında, uluslararası insan hakları ve uluslararası savaş hukukuna uyulması
15. Mümkün olduğu kadar çok taraflı otorite ve zorunlu olmasa da, Güvenlik Konseyi onayıyla gerçekleşmesi.
Bunlardan biri iç çatışmaya sürüklenmiş olan bir devletin egemenlik yetkisini bu çatışmayı durdurma amacıyla kullanamaması ya da bu doğrultuda irade gösterememesi nedeniyle insani müdahalenin gerçekleştirilebileceğini savunmaktadır; zira ülke üzerindeki denetimi sınırlı olan bir yönetimin rıza gösterme ehliyetine de sahip olmadığı noktasından hareket edilmektedir. Diğer yaklaşım ise her devletin uluslararası müdahale karşısında egemenlik yetkisini ileri sürme hakkı bulunduğunu, bunun da egemenlik hakkının yarattığı kendi geleceğini belirleme alanının varlığından kaynaklandığını ileri sürmektedir.
İNSANİ MÜDAHALE KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI
İnsani Müdahale ikinci dünya savaşından sonra önem kazanan günümüzde de üzerinde çokça durulan bir konudur. Hukuki anlamda 1944’te Avrupa Parlamentosu bu konuya ilişkin tanım yapmış ve Güvenlik Konseyi 1965’te Güney Rodezya ile ilgili Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 39. Maddesine göre uluslararası barışı ve insan haklarını ihlal edildiğine dair tespitte bulunarak insani müdahale konusunu gündeme getirmiş ve 1970’lerden itibaren de ilk insani müdahalelerinde bulunmuştur. Aslında bu kavram ilk defa 19. Yüzyılda büyük güçlerin yabancı ülkelerdeki vatandaşlarını ya da dini azınlıkları korumak amacıyla düzenlediği askeri harekatlarının gerekçesi olarak kullanılmıştır. Fransa’nın Lübnan’daki Hıristiyan azınlığın haklarını korumak adına gerçekleştirdiği müdahale bunun erken örneğidir. Bir devletin sadece kendi vatandaşlarını ve haklarını korumak için yaptığı askeri ve benzeri eylemler kabul görmüş bir uygulama iken Soğuk Savaştan sonra bu ifadenin kapsamı ve uygulamaları giderek genişlemiştir.
İNGİLİZ OKULU TEORİSİ GÖZLÜĞÜNDEN İNSANİ MÜDAHALE KAVRAMI
İnsani müdahaleyi uluslararası toplumun temellerine, yani egemenlik ve müdahale etmeme prensiplerine aykırı görürler. Dayanışmacılar denilen büyük bir çoğunluk kozmopolitan kaygılar taşımakta ve bunun sonucu olarak devletlerin değil bireylerin haklarının uluslararası alanda korunması üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Bireyi uluslararası hukukun bir öznesi olarak gören dayanışmacılar, pozitif hukuktan daha ziyade Grotius gibi doğal hukuka dayanmaktadırlar. Dayanışmacıların yazılarında insan hakları devletlerin egemenlik haklarının önüne geçmekte ve yanışmacılar evrensel insan haklarına dayanan, ortak değerlerin yaygın olarak paylaşıldığı ve dolayısıyla daha müdahaleci bir uluslararası toplumun nasıl ortaya çıkabileceği üzerine eğilmektedirler.
İngiliz Okulu teorisi yazarları insani müdahale üzerine çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalardan bir tanesine de R.J. Vincent’tir. Vincent’in ilk eseri olan Non-Intervention and International Order içişlerine müdahale etmeme (non-intervention) prensibinin uluslararası toplumun dayandığı düzenin temeli olduğunu iddia ederken, Human Rights and International Relations isimli eserinde müdahale etmeme prensibinin temel hakların korunması için esnetilebileceğini savunmuştur. Diğer bir deyişle Vincent ilk eserinde daha çoğulcu bir görüntü sergilerken, daha sonraki eserlerinde çok daha dayanışmacı argümanlarda bulunmuştur. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki her ne kadar Vincent, çoğulcu bir duruştan dayanışmacı bir duruşa doğru değişim göstermiş olsa da yazılarında her iki yaklaşımın da izlerini bulmak mümkündür. Vincent’ın en dayanışmacı eserinde bile bize hatırlattığı nokta insani müdahalenin güçlü devletlerin diğer devletlere, özellikle de Üçüncü Dünya devletlerine, müdahale için açık çek anlamına gelemeyeceğidir. Her ne kadar uluslararası toplumun insani müdahale sorumluluğu olduğunu iddia etmiş olsa da o günkü koşullarda devletlerin böyle bir düşünceyi pek de desteklemediklerini kabul etmekte ve “insani müdahale doktrininin yerleşme umudu pek uzak gözüküyor” demektedir. Vincent’ın insan hakları anlayışı “temel haklar” kavramı çerçevesinde şekillenmiştir. Vincent’a göre devletlerin üzerinde uzlaşabileceği asgari insan hakları “temel haklardır”. Bunlar asgari beslenme ve yaşama hakkıdır. Vincent 20. yüzyılda insan haklarının korunmasına ilişkin taleplerin giderek meşruluk kazandığını ve bunların örneklerinin uluslararası hukukta görülebileceğini söyler. Bu hakların daha da gelişmesi ve “temel hakların” korunmasına ancak bireylerin devletleri bu hakları korumaya ikna etmesiyle mümkün ola- cağını iddia eder. Diğer bir deyişle, Vincent umudunu insanlar arasında giderek yayıldığını varsaydığı kozmopolitan kaygılara ve bu kaygıların bireyleri diğer ülkelerdeki insanların “temel haklarını” korumak için çaba harcamalarına bağlar. Aynı zamanda Bull’un temel sorunsalı olan düzen-adalet ikilemine de bu çerçevede bir çözüm önerir. Eğer bireyler yurttaşları oldukları devletleri “temel hakları” kendi hukuklarının koruması altına almaya ikna edebilirlerse, bu daha adaletli bir dünyayı uluslararası düzeni bozmadan yaratma fırsatı verecektir. “Temel haklar” devletlerin iç hukukunun bir parçası olacağın- dan, dış müdahaleye gerek kalmayacaktır.
Kuzey Irak Müdahalesi:
Irak ordusunun Kuveyt’te yenilmesinden sonra Saddam rejimi zayıflamış ve ülkenin güney ve kuzeyinde isyanlar baş göstermişti. Kuzey Irak’taki Kürtler merkezi hükümete başkaldırarak Mart 1991 de bölgenin büyük bir bölümünü kontrolü altına almıştı. Saddam hükümeti de Kuzey’deki Kürt halkına karşı silahlı hareket başlatmış ve sonucunda yüzbinlerce sivil halkın komşu ülkelere sığınmasını netice veren toplu göçler başlamıştı. İran ve Türkiye BM Güvenlik Konseyine başvurarak bu mülteci dramının bitirilmesini istemişti.Başvuru üzerine Güvenlik Konseyi de 05.04.1991 tarihinde toplanarak 688 (1991) sayılı kararı aldı. Bu kararda Konsey BM Sözleşmesinin 2/7.maddesin- de düzenlenen içişlerine müdahale yasağının altını çizmiş, bölgedeki sivil halka, özellikle Kürt halkına yapılan baskıları ve neticesinde oluşan mülteci akımını ifade ettikten sonra, 36. enlem esas alınarak kuzeyde Irak hükümetine uçuş yasağı getirildi. 17 Nisan 1991’de Irak hükümetiyle varılan anlaşmada hükümet BM’nin Kuzey’deki insani amaçlı varlığını kabul etti. Ardından Kürt idarisiyle Irak hükümeti arasında bir otonomi anlaşması imzalandı. Konsey 688 (1991) sayılı kararda açıktan VII. bölüme dayanmamıştır. Bu sebeple Güvenlik Konseyinin zorlama tedbirleri almadığı ileri sürülebilir. Hatta bu sebeple BM’nin Irak ile “Memorandum of Understanding” anlaşması ile insani yardımın çerçevesini belirlediği de düşünülebilir. Ancak karar metninin bütünü değerlendirildiğine, bu yaklaşımın hatalı olduğu görülecektir. Bu olayda Güney Rodezya ve Güney Afrika olaylarından farklı olarak ilk defa bağımsız bir devletin sınırları içinde meydana gelen olaylar BM Sözleşmesinin 39. maddesi anlamında barış tehdidi olarak değerlendirilmiştir. Ancak barış tehdidi tespitinin, olayın uluslararası etkileri nazara alınarak mı, yoksa sadece dâhildeki insan hakları ihlallerine mi dayanılarak yapıldığı tartışılmıştır. 688(1991) sayılı kararın içeriğinden hareket eden çoğunluk görüşüne göre, Kürt halkına yapılan baskı sebebiyle oluşan mülteci akımı, olaya uluslararası bir nitelik kazandırmıştır. Konsey de bu uluslararası etkiye dayanarak barış tehdidi tespiti yapmıştır. Olayda Irak’ın içinde meydana gelen insan hakları ihlalleri ve neticesinde Irak ile komşuları Türkiye ve İran arasında ortaya çıkan gerilimler, Güvenlik Konseyinin bu gerilimi uluslararası bir nitelikte gerilim olarak değerlendirmesi ve buna dayanarak uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edildiğinin tespitini yapması imkânı varken; Güvenlik Konseyi barış tehdidi tespitini hem insan hakları ihlaline ve hem de komşu ülkelere doğru oluşan mülteci akımı sebebiyle olayın uluslararası etkisine de dayandırarak çifte strateji izlemiştir. Konsey burada normal şartlarda her zaman nazara aldığı doğrudan silahlı çatışma tehlikesi kriterinden vazgeçmiştir. Bu karar, öteden beri Güvenlik Konseyinde birbiriyle yarışan dayanak noktaları arasında uzlaşı oluşturan bir argüman örneği oluşturmuştur.
Bosna-Hersek Müdahalesi:
Eski bir Osmanlı toprağı olan Bosna-Hersek, 1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Balkan toplumları Slav kimliği ve ayrıca dini bölünmelerle yönetilmiştir. Katolikler Hırvat, Ortodokslar, Sırp ve Müslümanlar da Boşnak olarak adlandırılmıştır. Sırplar, Büyük Sırbistan kurulana kadar Yugoslavya içindeki cumhuriyetlerin yönetimini ele geçirmek; bunun için de buralarda yer alan Sırpları silahlandırıp çatışmaya hazır hale getirmek amacı çerçevesinde hareket etmişlerdir. Bu amaç için öncelik Bosna- Hersek’i ele geçirmekten geçtiği için 1992-1995 yılları arasında Boşnaklara karşı süren bu soykırım sürecini bu şekilde başlatmışlardır.
Sırp askerleri sistematik bir şekilde kadınlara tecavüz etmiş ve tecavüzler herkesin akıllarına kazınacak zararlar vermek için acımasız şekilde yapılmıştır. Savaşla beraber 1 milyon Boşnak yerinden edilmiştir. Güvenli bölgelere yönelik herhangi bir saldırı durumunda bu yerlerin Birleşmiş Milletler Koruma Gücü (United Nations Protection Force/ UNPROFOR) hava gücü tarafından savunulması kararlaştırılmıştır. Ancak, UNPROFOR yeterince etkili olamamıştır. UNPROFOR'un insani rolünün arkasına saklanan uluslararası toplum stratejik rolünden feragat etmiş ve Boşnakları korumamıştır. ABD’nin devreye girmesiyle beraber Bosna'daki Sırpları da temsil eden Sırbistan, Hırvatları temsil eden Hırvatistan ve Bosna Hersek arasında Dayton Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma bir çözüm olarak sunulmuş fakat Bosna-Hersek’teki bölünmüşlüğü ve güvensizliği resmileştirmiş, ortak bir vatandaşlık ve aidiyeti oluşturamamış, tarafları kendi ülkelerinin siyasi birliğine değil farklı ülkelere aidiyet hissetmelerine neden olmuştur.
BM Örgütü yaşananlarla ilk olarak 25 Eylül 1991 yılında genel kurulun aldığı silah ambargosu kararıyla ilgilenmiştir. BM Örgütü’nün uyguladığı silah ambargosu sadece Boşnakları etkilemiştir. Barış koruma gücü olan UNPROFOR sadece kendini korumak için silah kullanmış ve ağır insani yardım gereken yerlere müdahale için de Sırp kuvvetlerinden izin almak zorunda kalmıştır. Bu da BM durum karşısında ne kadar güçsüz kaldığının kanıtı olmuştur. BM Örgütü’nün en çok eleştirildiği konu 1991 yılında aldığı silah ambargosu kararı olmuştur. Boşnak ve Hırvatlar silahsız kalmış, fakat Sırplar Yugoslavya’nın elindeki silahları kullanarak birçok katliama imza atmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nın mahkeme boyunca Sırbistan’ı aklayan tutumu, BM Örgütü’nün kitlesel ölümler karşısında bir çözüm bulamaması örgütün sorgulanmasına neden olmuştur. Yaşanan durumlar karşısında BM Örgütü’nün yetersiz kalışı yeni düzende önemli olanın barışı korumak değil, toplumların yeniden inşası ve siyasi çıkarların olduğunu göstermiştir. Mahkeme de ortaya çıkarılan en can alıcı olaylardan birisi tecavüzlerin Müslümanları aşağılamak için kullanıldığının açığa çıkarılması olmuştur. Uluslararası ceza davaları açısından önemli olan mahkeme Bosna-Hersek konusunda yeterli çabayı gösterememiştir. Bosna-Hersek’te yaşanan insan hakları ihlallerini ortaya çıkaran mahkeme değil sivil örgütler olmuştur. Çünkü BM Örgütü soruna yeteri kadar eğilmemiştir. Konuyla ilgili yapılan otuz beş saha araştırması sonucu toplu mezarlar bulunmuş ve dünyanın en büyük ve kapsamlı tecavüz araştırması yapılmıştır. Cümledeki altının çizilmesi gerekilen nokta bunları yapanların BM Örgütü’ne ait yetkililer yerine sivil gönüllülerin oluşudur. Ortaya çıkan bu durumlar gönüllü faaliyetler sonucunda olmuştur. BM Örgütü bu bulguları yayınlamak zorunda kalmıştır. BM Örgütü Bonsa-Hersek konusunda başarılı değil, taraflı olmuştur.
Dış politikadan ‘insani müdahale’ kavramının örneklerini araştırıp okurken bir çok kez kanım dondu. Birleşmiş Milletler Örgütü; dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan uluslararası bir örgüt olmasına rağmen siyasi çıkarlarını düşünerek hareket etmesi beni çok şaşırttı. Siyasi çıkarları yüzünden binlerce kanın dökülmesine sebep olarak kuruluş amacından saptığını düşünüyorum. Çalışma alanı bütün dünyayı kapsayan bir uluslararası örgüt olan, Birleşmiş Milletler Örgütü çıkarlarını bir kenara bırakıp insanları din ve ırk ayrımına tabi tutmadan koruma görevini tam anlamıyla yerine getirebilseydi bir çok kan dökülmemiş olurdu.Bir çok kadın soykırım/savaş anında tecavüze ve şiddete maruz kalmazdı. Bosna- Hersek olayına baktığımızda Sırplar tarafından müslüman Boşnaklar katledilirken BM Örgütü resmen üç maymunu oynamış. Anlamadığım ve kendimce cevaplarını bulamadığım birçok soru oldu. Bunlardan bazıları şunlardı:
Birleşmiş Milletler bu soykırımda neden seyirci kaldı? Birleşmiş Milletler, içinde Müslüman devletleri de barındıran bir Hıristiyan topluluğu mu ?
Tecavüz mağduriyetinin bu kadar yüksek oranda olması kanımı bir kez daha dondurdu. Bence sosyal olarak damgalanmaktan korkan tecavüz mağduru sessiz çoğunluk aslında çok daha fazladır. Bu savaşta din ve milliyet ayrımı güdülmüş. Hıristiyan Avrupa ülkeleri, Hıristiyan ve Ortodoks Sırpları’ın yanında yer almışlar. Avrupa ülkeleri de Sırplar gibi Boşnaklara ‘Müslüman Türkler’ gözüyle bakıyorlarmış. Halbuki Boşnaklar sadece Müslümandı. Onlar Türk değil, Avrupalı bir milletti. Dayton anlaşmasına gelirsek… Ne yazık ki Boşnaklar ve Sırplar arasındaki savaşı bitirdiğini düşünmemekle birlikte yalnızca silahları susturduğunu düşünüyorum. Bu savaştan geriye kalan; makineli tüfekler ve top mermilerinin art arda patlayıp saçtığı ölümlerdir. Bu savaştan geriye kalan tecavüz mağduru zavallı kadınlar ve onların dünyaya getirdiği belki de nefretle bakacakları/ baktıkları çocuklarıdır.
İngiliz Okulu ve Uluslararası Toplum Düşüncesi ( Onur AĞKAYA)
Uluslararası İlişkiler Teorileri (iletişim yayınları, derleyen: Ramazan GÖZEN)
Uluslararası İlişkilerde İngiliz Okulu Kuramı (Balkan DEVLEN)
Gelenekselciliğin Pınarları: Edmund Burke ve Ahmet Cevdet (Bedri Gencer)
Ekev Akademi Dergisi (DİNÎ SEMBOLLER, SEMBOLÜN ANLAM KAYBI VE ETKİLERİNE GELENEKSELCİ BİR YAKLAŞIM (RENÉ GUÉNON ÖRNEĞİ) )
İnsancıl Müdahale (Funda Keskin)
Koruma Yükümlülüğü ve İnsancıl Müdahale Kavramları Çerçevesinde Bir İnceleme (Funda KESKİN)
İNSANCIL MÜDAHALE VE KORUMA SORUMLULUĞU
Dr. Sercan REÇBER
ABD’NİN ASKERİ VE İNSANİ MÜDAHALE SİYASETİNİ ETKİLEYEN DİNAMİKLER: BOSNA-HERSEK VE KOSOVA ÖRNEĞİ ( Gül Tuğba DAĞCI , Hilal ZORBA)
İnsani Müdahale ve Kosova Örneği Gönül GÜLGEZEN
İNGİLİZ OKULU’NUN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ KURAMSAL KONUMU: MARKSİST BİR ELEŞTİREL OKUMA Güner ÖZKAN* Elif Şimşek ÖZKAN
Uluslararası İlişkilerde İngiliz Okulu Kuramı: Kökenleri, Kavramları ve Tartışmaları (Balkan Devlen, Özgür Özdamar)
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE YAKLAŞIM, TEORİ VE ANALİZ ( yad. doç. Dr. Mustafa Aydın)
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ KARARLARI DOĞRULTUSUNDA İNSANİ MÜDAHALE Yüksek Lisans Tezi (Çağatay Oğuzhan AYTOĞU)
İnsani müdahale ve koruma sorumluluğu: Suriye iç savaşı ( Elif ŞEN)
Uluslararası Hukukta İnsani Müdahale ve Hukuki Meşruiyet Sorunu Naim Demirel
İNSANİ MÜDAHALE
Dr.Öğr. Üyesi B.Toygar Halistoprak Antalya Bilim Üniversitesi
Yeni Bir Müdahale Şekli: İnsani Müdahle ( dr. Hasan DURAN)
Uluslararası Hukukta İnsani Müdahale: Libya Örneği ( Zehra AYDIN)
İnsani Mьdahale , TUİÇ Akademi Stajyer Sevda Kef
HEDLEY BULL'UN ORTAK ÇIKAR VE ORTAK DEĞER KAVRAMLARI İLE MARTIN WIGHT'IN ORTAK KÜLTÜR KAVRAMININ KARŞILAŞTIRILMASI: İNGİLİZ OKULU PERSPEKTİFİNDEN KIRIM SAVAŞI VE PARİS ANTLAŞMASI ANALİZİEsma Nur KOÇAK ERTOKTAŞ
© Copyright 2025 TUİÇ Akademi - WebTech Bilişim tarafından sevgi ile geliştirildi.
YORUMLAR